
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Mısır ile Katar arasındaki diplomatik kriz, Körfez İşbirliği Konseyi Zirvesi’nde imzalanan bildirgeyle sona erdi. 3,5 yıldır Suudi Arabistan öncülüğünde Katar’a abluka uygulayan dört ülke, hava sahalarını ve sınırlarını Katar’a açacağını duyurdu.
Haberle birlikte Türkiye-Katar ilişkilerinin bu anlaşmadan nasıl etkileneceğine dair sorular taraf bir ülke olarak Türkiye gündeminde yer buldu.
5 Haziran 2017’de uygulamaya başladıkları ablukanın kaldırılması için 13 şartları olduğunu duyuran bu ülkeler, şartların hiçbiri yerine getirilmemişken bu şartlar altında anlaşma nasıl imzalandı?
Körfez ülkelerinin Katar’la normalleşme girişimini, Biden’ın gelmesi ile doğrudan ilgili görmek gerekir. Demokratların insan hakları konusunda özel hassasiyetleri göz önüne alındığında insan hakları savunucusu demokrat Kaşıkçı’nın Suudiler tarafından parçalanarak öldürülmesi, BAE’nin Yemen savaşındaki insan hakları ihlalleri Suudi Arabistan ve BAE’nin elini zayıflatmakta.
Suudi Arabistan, BAE tarafında agresif gelişmeler yaşanırken Katar, başta El-Cezire olmak üzere Avrupa ve Amerika medyasında, Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’ye karşı yoğun bir şekilde insan hakları kampanyası yürüttü. Katar’ın gerek Avrupa’daki lobi çalışmaları gerek Türkiye ve İran ile stratejik iş birlikleri siyasi gücünün giderek artmasına neden oldu.
Katar bu yumuşak gücüyle Suudi Arabistan ve BAE üzerinde baskısını artırdı.
Normalleşme girişimi, Trump döneminde sadece kendi çıkarına hizmet eden dış politika gündemlerini agresif şekilde uygulayan bu ülkelerin, Biden dönemi baskısını azaltmak için biraz daha önlem almaya ve ittifaklarını genişletmeye çalışması olarak yorumlanmalıdır.
Dolayısıyla bu adım, 5 Haziran 2017’de uygulamaya başladıkları ablukanın kaldırılması için öne sürülen 13 şartın hiçbiri yerine getirilmemişken özellikle Suudi Arabistan ve BAE tarafından verilmiş önemli bir taviz olarak görülmelidir. İlerleyen zamanlarda kendi içlerinde yaşanacak sorunların da habercisidir. Dolayısıyla tüm bu gelişmeler Arap-Arap krizi olarak değerlendirilmelidir.
Anlaşma, dolaylı olarak Türkiye’nin körfez ülkeleri üzerinde siyasi bir zaferi olarak yorumlanmalıdır.
Anlaşma sonrasında Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Suudi Arabistan’ın Al-Ula şehrinde bugün gerçekleştirilen 41. Körfez İşbirliği Konseyi Zirvesi sonucunda Körfez İhtilafının çözümü yolunda ortak bir irade sergilemesi ve Katar’la diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edileceğinin açıklanması memnuniyet vericidir.
Zirve sonucunda KİK üyeleri ile Mısır tarafından imzalanan Al-Ula Bildirisi’nin ihtilafın nihai çözüme kavuşturulmasını sağlamasını temenni ediyoruz.
Çeşitli vesilelerle vurguladığımız üzere Türkiye, Körfez İşbirliği Konseyi’nin birlik ve dayanışmasına önem atfetmektedir.
Türkiye, Körfez ülkeleri arasında güvenin yeniden tesisiyle stratejik ortağı olduğumuz KİK ile kurumsal iş birliğimizin ilerletilmesi için çaba göstermeye hazırdır.” ifadelerine yer verilmiştir.
Katar Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani, Suudi Arabistan’da düzenlenen KİK Zirvesi hakkında İngiltere merkezli Financial Times gazetesine değerlendirmelerde bulundu.
Katar Dışişleri Bakanı, ülkesinin, Suudi Arabistan ve Katar’a bölgesel ambargo uygulayan diğer üç devlet ile terörle mücadele ve uluslararası güvenlik konusunda iş birliği yapmayı kabul ettiğini söyledi.
İkili ilişkilerin esas olarak ülkenin egemen kararı ve ulusal çıkarıyla şekillendiğinin altını çizen Al Sani, söz konusu zirveyi kastederek, “Başka bir ülkeyle ilişkimiz üzerinde hiçbir etkisi yok.” ifadesini kullandı.