Moskova’da 5 Mart 2020 tarihinde İdlib krizine ilişkin olarak imzalanan mutabakat, devlet-devlet arası bir savaş ihtimali söz konusuyken maliyet hesaplamaları ve diğer olası durumlar dikkate alınarak, gerginliğin fazla uzatılmaması kararı Türk hükümeti tarafından atılmış kazançlı bir adımdır.
Mutabakat, İdlib gerginliği azaltma bölgesindeki temas hattı boyunca tüm askeri faaliyetlerin 6 Mart gece yarısı itibariyle sona ereceğini, Suriye’nin Halep’i Lazkiye’ye bağlayan M4 karayolunun kuzey ve güneyinde altışar kilometrelik (toplamda 12 km) güvenli koridor oluşturulmasını ve 15 Mart tarihinden itibaren M4 ve M5 karayollarının kesişme noktası olan Serakib kasabasının iki kilometre batısından başlamak üzere Ayn el Havr’a kadar olan kısmında Türk-Rus devriyelerinin görev yapmasını içermektedir.
15 Mart tarihinde Moskova mutabakatı çerçevesinde; İdlib’deki Lazkiye’den Halep’e uzanan stratejik M4 karayolunda kara ve hava unsurlarının katılımıyla 1’inci Türk-Rus birleşik kara devriyesi icra edildi. Bu sırada M-4 karayolunda devriye güzergahında hendekler kazılıyor, gösteriler yapılıyor ve bazı gruplar Türk askerlerini kafa kesmekle vurmakla tehdit eden videolar yayınlandı. Aynı gün kaynağı belli olmayan gruplar tarafından devriye güzergahında havan atışları görüldü. Bunun üzerine ortaya çıkan hassasiyetler, provakasyon riskleri ve sivillerin zarar görmesini önlemek için devriye kısa tutuldu.
Aynı tarihte iki önemli olay daha gerçekleşti. Üst düzey iki muhalif askeri figür hedef alındı. Ahrar el Şam komutanı Ebu Ahmed’e, Jisr el Şuğr’da EYP saldırısıyla suikast girişiminde bulunuldu. Diğeri, Suriye Milli Ordusu mensubu, yetenekli bir savaşçı olan Ebu Tow kaçırılma girişimiydi.
19 Mart tarihinde İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde (İGAB) görevli unsurlarımıza bölgedeki bazı radikal gruplar (MSB’nin kullandığı deyim) tarafından roketli saldırı gerçekleştirildi ve 2 kahraman silah arkadaşımız şehit oldu. Daha önce Türk askerine karşı doğrudan bir eylem ya da saldırı gerçekleşmemişti. Bu bakımdan bu olay bir ilkti.
Aynı zamanda Bahar Kalkanı Harekat’ı kapsamında Türkiye’nin Rejim’e kaybettirdiği silah, teçhizat ve mühimmatı, Rusya’dan gönderilen onlarca gemi ve uçak dolusu yenisiyle ve gelişmişiyle ikame edildi, yığınak üstüne yığınak yapılmaya devam edildi.
Bütün bu gelişmeler olurken 23 Mart tarihinde İdlib’deki M4 karayolunda kara ve hava unsurlarının katılımıyla 2’nci Türk-Rus birleşik kara devriyesi icra edildi.
Peki kimdi bu “radikal gruplar”?
Bölgede Türkiye’nin süreç içinde yaptığı çözüm çalışmalarını reddeden dört radikal örgüt bulunuyor: Heyeti Tahriri Şam (HTŞ), Hurras Eldin, Cund el Aksa ve Türkistan İslam Partisi (TİP). Ayrıca Rejim’in kullandığı İŞİD ve YPG ünitelerinin de bulunduğu biliniyor.
Heyeti Tahriri Şam:
Nusra Cephesi Temmuz 2016’da El Kaide ile bağlarını kopardığını ve Şam’ın Fethi Cephesi (ŞFC) adıyla yeniden örgütlendiğini açıklamıştı. Son dönemde bu terör örgütüne dört küçük grubun daha katılmasıyla isim bir kez daha değişti ve HTŞ oldu. HTŞ, İdlib’in kent merkezi ve önemli yollarıyla birlikte neredeyse tamamına hâkim. Bölgedeki sivillerden vergi toplayarak gelir sağlıyor. Aynı zamanda Türkiye ile Suriye arasındaki Cilvegözü/Bab el Hava Sınır Kapısı’nın kontrolü de HTŞ’de. Örgütün en önemli gelir kaynağını da bu kapıdan ve kontrol noktalarından geçişlerde aldığı ücretler oluşturuyor.
HTŞ, Türkiye’nin İran ve Rusya ile anlaştıktan sonra İdlib’e gözlem noktaları kurmasına izin vermesi nedeniyle diğer cihatçılardan yoğun eleştiri aldı. Son zamanlarda tavır değişikliğine gittiği, dini bir retorik kullanmadığı ve İdlib halkı nezdinde öneminin zayıfladığı görülmektedir. 19 Mart’ta unsurlarımıza yapılan saldırıda akla ilk olarak HTŞ gelsede saha kaynakları bunu teyit etmiyor.
Hurras Eldin:
2017’nin sonlarına doğru El Kaide lideri Ayman Zevahiri’nin Nusra Cephesi’nin El Kaide ile ilişkisini kesmesini hiçbir zaman onaylamadığı açıklamasının ardından HTŞ’den ayrılıklar meydana geldi. Örgütün bazı üst düzey yöneticileri ayrılarak Şubat 2018’de El Kaide çizgisindeki Hurras Eldin’i kurdu.
Cund el-Aksa:
2013 yılında el-Nusra Cephesi içerisinde oluşan ayrılıklar ve IŞİD’le yaşanan gerilim sırasında ortaya çıkan Cund el-Aksa grubu, Ebu Abdulaziz el-Katari tarafından kuruldu. El-Nusra ve IŞİD gerilimi sırasında tarafsız kalmayı tercih eden Cund el-Aksa’nın lideri el-Katari, 2014 Ocak ayı başlarında IŞİD’le muhalifler arasında çatışmaların başladığı bir dönemde, infaz edildi.
Cund el-Aksa başından beri el-Nusra ile uyumlu bir siyasete sahip oldu. 2015 yılında, aralarında Ahrar eş-Şam ve Feylak el- Şam’ın da bulunduğu Fetih Ordusu’nun kuruluşunda yer alan grup, İdlib’in ele geçirilmesinde önemli görevler üstlendi, İdlib çevresinde güçlenmeye başladı.
2015 yılı Ekim ayına gelindiğinde diğer muhalif gruplarla, IŞİD konusunda yaşadığı anlaşmazlıklar sebebiyle Fetih Ordusu’ndan ayrıldığını açıkladı. IŞİD’in hilafet ilanını kabul etmeyen ve El Kaide çizgisinde olduğunu vurgulayan örgüt, buna karşın IŞİD’e karşı savaşmaya sıcak bakmadığını ilan etti.
Cund el- Aksa ile Suriyeli muhalif gruplar içerisindeki arasında yaşanan çatışmalar, Rejim’in kuzey Hama’da bazı bölgelerde ilerlemesine neden oldu. Bu tablo her iki grubun destekçileri arasında da rahatsızlığa neden olurken, muhalifler arasındaki bir iç çatışmayla, rejime hizmet ettikleri suçlamalarına maruz kaldılar.
Grup içerisinden IŞİD’e katılımların olması ve İdlib ve çevresinde gerçekleşen bazı suikast ve intihar saldırılarında Cund el-Aksa’ya mensup kişilerin yakalanması ve iç çatışmalar 19 Mart saldırısında gözleri üzerine topladı.
Türkistan İslam Partisi
El Kaide ile ilişkili tecrübeli Uygur Türklerinden oluşan Türkistan İslami Partisi’nin (TİP) kökenleri, Çin’in batısındaki Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ne uzanıyor. Çin’in Sincan bölgesindeki Uygurluların Çin yönetimine karşı silahlanarak 1997’de kurduğu örgüt, 2002’de ABD tarafından “terör örgütü” ilan edilmişti.
TİP, Suriye’de çatışmaların ilk başladığı dönemden beri ülkenin kuzeyinde varlık gösteriyor. Örgütün Çin’den kaçan üyeleri, Suriye’deki savaşın başlamasının ardından buraya giderek TİP adı altında savaşmaya başladı.
Hem cihatçılar hem de muhalifler tarafından saygı gören örgüt, zaman zaman iki gruptan örgütleri de destekledi ve militanların kendi aralarındaki çatışmalarda taraf olmadı. Bölgede intihar saldırılarında TİP’in adının geçmesi saldırıyı radikal kökenli TİP’in de gerçekleştirdiğini ifade edenler de var.
Mutabakat, çok karmaşık, oldukça provokatif Türk-Rus konvansiyonel savaş ortamını şimdilik ortadan kaldırmış olmakla birlikte, muhalif gruplar arasında halen ağır çatışmalar yaşanmaktadır. TSK, Suriye’de bu çok eksenli terör örgütlerine karşı da mücadele vermektedir. Dolayısıyla M4 karayolunda istikrar ve güvenliği sağlamak tamamen farklı kabiliyetler gerektirecektir. Bu koşullar altında, 19 Mart saldırısında olduğu gibi devriye faaliyetleri büyük risk altındadır.
Özetle Moskova Mutabakatı kısa ömürlü kalabileceği ve kısa bir süre içerisinde Türkiye ve Rusya’yı yeniden savaştan bahseder hale getirebileceği gibi, tam tersine iki ülke arasında Libya’dan Doğu Akdeniz’e giderek genişleyen zenginleşen ilişkilerin sağlam bir başlangıcı da olabilir.